Babam Güneydoğuda Ermenilerle ve PKK'nın uzantısı olan ayrılıkçı güçlerle savaşırken yararlanma anını anlatmaya devam ediyor:
‘’ Saldırıyı önlemiştim. O anda bayılmışım…
Arkadaşlarım beni Karakolun içine taşımışlar…
Sol kolumdan vurulmuşum…
Kolumdan oluk gibi kan akıyormuş…
Tampon yaparak kanı biraz durdurmuşlar…
Telsizle askeri birlikten araç istemişler…
Beni Siirt’e askeri hastaneye götürmüşler..
Baygın vaziyetteyken beni muayene eden Doktor Abdüsselam bey öldüğümü zannederek morg’a kaldırılmamı istemiş…
Sedyeyle beni morg’a taşırlarken Operatör Dr. Yüzbaşı Hamdi bey sedyenin yanından geçiyormuş…
Adeta imdat ister gibi kendisine bakmışım…
Bu bakışım üzerine Morg yolundan beni geri çevirerek ameliyathaneye göndermiş…
1 günde hastaneye ancak gelebilmişim…
Bu müddet zarfında sol kolum kangren olmuş ve kökünden kesilmesi gerekiyormuş…
Başarılı bir ameliyatla doktor Hamdi bey sol kolumu kökünden kesmiş ve beni ölümden kurtarmış…
Siirt Askeri Hastanesinde beş buçuk ay yattıktan sonra birliğimle ilgi kurarak beni terhis etmişlerdi ve ben tek kollu olarak Anamur’a gelmiştim…
Askere gitmeden önce Fatma hanımla evlenmiştim…
Benim Siirt’ten Anamur’a kadar gelişim başlı başına bir roman olacak şekilde maceralarla doluydu…
Bazen trenle,bazen yaya,bazen katır sırtında zor şartlarda Anamur’a gelmiştim…
Anamur’a evime geldiğim zaman bütün insanlar bana acıyan gözlerle bakıyorlardı…
Öyle ya…
Sol kolu olmayan genç bir delikanlı…
Komşu kadınların kendi aralarında: “Vah yazık…Ne kadar da yakışıklı…Çocuğu da olmaz bunun…Hem olursa da tek kollu olur… Fatma’ya da yazık…”dediklerini duyuyordum…
Yüzbaşı Hamdi bey bu sözleri duyacağımı ve moralli olmam gerektiğini tembihlemişti…
Onun için bu sözler hiç moralimi bozmuyordu…
Askerdeyken Hastanede Türkiye’nin pek çok yöresinden arkadaşlarım olmuştu…
Onlardan öğrendiklerimi döndüğüm zaman kendi yöremde tatbik etmiştim…
Yayla yolunu yapmıştık…
Yaylada “kuyu”lar çıkartmıştım…
Köyüme Cami yaptırmıştım…
Köyüme Kur’an Kursu yaptırmıştım…
Köyüme İlkokul yaptırmıştım…
Bozyazı kasabasının karakolunu yaptırmıştım…
Sivrisinekten kurtulabilmek için Anamur’da Çeltik ekimini yasaklatmıştım…
Hastanede öğrendiklerimle köyüme adeta bir dispanser kurmuştum,yüzlerce hastayı iyileştirmiştim…”
İşte babamın anlattıkları bunlardı…
Babamın Hayat Hikayesini Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken ağabeyim sayın Hamdi Mert “BİZİ YAŞATANLAR ” adıyla kitap haline getirmiştir.
BİZİ YAŞATANLAR kitabı Diyanet İşler Başkanlığının açtığı bir yarışmada birincilik kazanmış 100 binlerce adet basımı yapılmıştır.
İlerde yeri geldikçe babamın yaşantısından anekdotlar sunmaya çalışacağım…
Babamın tek kollu olarak hayatını sürdürmesi annemi hiç etkilememiş…
Annem adeta onun askerde kaybettiği sol kolu olmuş…
Annem gün görmüş inancı bütün tam bir Osmanlı kadını idi…
Çocukluğumda evimizden hiç misafir eksik olmazdı.
Annem misafire nasıl hizmet edilmesi gerektiğini, yemekten önce ellerini yıkamak isteyen misafirlere nasıl “el ileğeni” ve “ibrik” götürüleceğini onlara ibrikle suyun nasıl döküleceğini ve daha sonra ellerini silmeleri için verilecek peşkir (havlu)’in nasıl tutulacağını bizlere tatbikatlı bir şekilde öğretirdi…
Annem çok güzel yöresel yemekler yapardı…
Annemin yaptığı yöresel yemekleri çocukluk yıllarımda GÜNLÜĞÜM’e yazmıştım…
Hemen-hemen her sabah darı unundan “Kapama” yapardı…
Annem’in darı unundan kapama yaparken “senit” üzerinde oklavasız tat-tap’larla hamuru döndürerek nasıl incecik hale getirdiğini hala görür gibiyim ve tap-tap seslerini duyar gibiyim…
Annem Darı’dan çok güzel yemekler de yapardı…
“Katımış” darı ekmeğinden yaptığı ve “mollaç”
adını verdiği yemek bir nevi çorba şekliydi ve günün her saatinde yenecek bir yemekti.
Annemin darı’dan yaptığı yoğurtlu ve etli-soğan’lı keşkek şekilleri hiçbir aşçının yapamayacağı kadar güzel olurdu…
Bir gün kendisine bunun sırrını sormuştum;
Demişti ki; “-Yaptığım yoğurtlu ve soğanlı keşkeğin güzel olması hem darının cinsinden, hem darının “dibek”te döğülürken iyi “kepertilme” sinden, hem dibekte dövülen darının iyi savrulup kurutulmasından, hem de pişirilmesinden kaynaklanır…”
Annemin yaptığı yöresel yemeklerden biri de yeşil turp otundan yaptığı “Susamlı Turp Otu” yemeğiydi…
Turp otunu haşlaması, soğuduktan sonra iki avucunun arasında suyunu sıkarak topak hale getirmesi ve sonra bir tencerede soğan kavurması, turp otunu bu soğanın içine koyup üzerine de susam atarak ocakta odunla pişirmesi çocukluğumda en çok izlediğim yemek yapma şekliydi…
“Maş” ürününden yaptığı içi soğanlı “maş çorbası” özellikle kış aylarının en gözde yemeği olurdu…
Tatlı olarak yaptığı içi cevizli incirden yaptığı “Heleş” ile susam-pekmez karışımı “Samsıra” tadına doyum olmayan tatlılardı…
Annem tam bir Osmanlı hanımefendisiydi…
…Ve beni iyi yetiştirmişti.
( devam edecek ) Hoşça kalınız,